Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü’nün desteğiyle Boğaziçi Kültür Sanat Vakfı tarafından gerçekleştirilen 13. Boğaziçi Film Festivali başladı. 14 Kasım’a kadar sinemaseverlerle buluşmaya devam edecek olan festival uluslararası yapımlar, özel seçkiler ve belgesellerle dolu zengin bir program sunuyor. Geçtiğimiz günlerde 62. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Türkiye prömiyerini yapan, Ensar Altay’ın yönettiği ilk uzun metraj kurmaca filmi “Kanto”, 13. kez gerçekleştirilecek Boğaziçi Film Festivali’nin Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda ödül için yarışacak. 11 Kasım saat 18.00’de Atlas Sineması’nda da sinemaseverlerle buluşacak olan “Kanto” filmi, hayatını uzun yıllar ailesine adayarak geçiren Sude’nin hikâyesine odaklanıyor. Başkarakterin düzenli bir işe başlamaya hazırlandığı dönemde kayınvalidesinin gizemli bir şekilde ortadan kaybolmasıyla gelişen olayları konu alıyor. Başrollerinde Didem İnselel, Sinan Albayrak, Yıldız Kültür, Ece Bağcı ve Züleyha Yıldız’ın yer aldığı filmin yapımcılığını Süleyman Civliz ve Ensar Altay üstleniyor. Yeni Şafak Pazar olarak; Altay ile filmi ve festivali konuştuk.
Soruların içinde dolaşan bir film
Filmde bir kadının kaybolmasından çok, kimsenin onu aramamasına odaklanıyorsunuz. Bu sessizliği, ilgisizliği neden anlatmak istediniz?
Asıl çıkış noktam, 2020’de çektiğim Kodokushi belgeseliydi. “Kodokushi”, Japonca’da “yalnız ölmek ve bir süre bulunamamak” anlamına geliyor. Bu belgeseli çekerken karşılaştığım yalnız ölümler beni derinden etkilemişti. İnsanlar karanlık bir köşede ölüyorlardı ve bundan kimsenin haberi olmuyordu. Bu durum beni hem kişisel olarak hem de gözlemleyerek sinema yapan biri olarak çok etkiledi.Gözümüzün önünde olup da görmezden geldiğimiz, önemsizleştirdiğimiz şeylerin aslında nelere yol açabileceğini tartışmak istedim. Ve bunu en iyi yapabileceğim yer kendi toplumumdu. Kendi ailem, çevrem, kendi insanım. Dolayısıyla Kanto’yu yapma fikri de ilk olarak buradan doğdu.
Soruların içinde dolaşan bir film
Filmde bir kadının kaybolmasından çok, kimsenin onu aramamasına odaklanıyorsunuz. Bu sessizliği, ilgisizliği neden anlatmak istediniz?
Asıl çıkış noktam, 2020’de çektiğim Kodokushi belgeseliydi. “Kodokushi”, Japonca’da “yalnız ölmek ve bir süre bulunamamak” anlamına geliyor. Bu belgeseli çekerken karşılaştığım yalnız ölümler beni derinden etkilemişti. İnsanlar karanlık bir köşede ölüyorlardı ve bundan kimsenin haberi olmuyordu. Bu durum beni hem kişisel olarak hem de gözlemleyerek sinema yapan biri olarak çok etkiledi.Gözümüzün önünde olup da görmezden geldiğimiz, önemsizleştirdiğimiz şeylerin aslında nelere yol açabileceğini tartışmak istedim. Ve bunu en iyi yapabileceğim yer kendi toplumumdu. Kendi ailem, çevrem, kendi insanım. Dolayısıyla Kanto’yu yapma fikri de ilk olarak buradan doğdu.
Yalnızlığın getirdiği boşluğun ve sessizliğin, bir ailede nasıl yaşandığını anlatmaya çalıştım. Her şeyi kadınların sırtına yükleyerek mutluluğu bulamayız.











