
SALİH ZEKİ MERİÇ
İnsan yaşarken bir tecrübe veya bir hikâye biriktirmeden yaşayamaz. Her birimiz ortaya koyduğumuz hayatımızla bir diğerimizin sevinci veya kederi olabiliyoruz. Yaşadığımız veya yaşattığımız her hâdise, hayat dediğimiz o devâsa hakîkatin içinde boş bulduğu yere ekleniyor ve birimizin hikâyesi olarak orada duruyor. Birimizin hikâyesi aslında hepimizin hikâyesi haline gelebiliyor. Yeni gelenler önden gidenlerin hayatlarını belli anlatı tarzları ile naklediyor, böylece belli yönleri ile insan davranışlarını etkileyen veya belirleyen hikâyeler, anekdotlar veya kıssalar ortaya çıkıyor.
HER HİKAYE BİR İSTİKAMETİ GÖSTERİR
Yazar ve akademisyen M. Lütfi Arslan’ın Âşina Kitap’tan çıkan, ‘Bana Hikâye Anlat’ isimli eseri, insanlık tarihinin ölmez anlatı unsurlarından olan hikâyeyi tekrar gündemimize getiriyor. Hikâyeyi gündemimize getirmekle kalmıyor bu hikâyeler vasıtası ile okuyucuya bir istikâmet gösteriyor; iyinin ve güzelin istikâmetini. Dimağını ve gözlerini ışıklı ekranlardan ayırmakta zorlanan yeni nesil insan türüne bir kere daha geçmişin o kadim geleneğini ve onun gizemli yüzünü hatırlatıyor. Âdeta uykusuna dalmak isteyen bir çocuğun, annesinin ağzından efsunlu bir fısıltıyla dökülen, tarihin içinden gelen hikâyeler gibi okuyucuyu kitabın içine çekiyor.
HER HİKAYE BİR ANLATIM ARAYIŞI
Yazar Lütfi Arslan, hakikati anlatmada önemli bir usul olan hikâyenin ilahi bir yöntem olmakla birlikte beşerî münasebetlerde de mühim rolünün olduğunu bu kitabın muhtevasında bize îma ediyor. Kitabın girişini de bir hikâye ile başlatan yazar hikâye içinde hikâye anlatarak okuyucunun adeta şaşkınlık yaşamasına ve kitabın diğer sayfalarında onu bekleyen daha nice sürprizlerin olduğunu anlatmaya çalışıyor. Her hikâyede âdeta bir anlam arayışına sevk eden yazar, felsefî yaklaşımları ile maddî âlemden mânevî aleme bir yolculuk yaptırıyor. Okuyucuya, hikâyelerin içinde gezinirken dünyanın, omuzlarına yüklediği birçok anlamsız yükten kurtulduğunu, kendisini daha anlamlı ve daha kıymetli hissettiriyor. Kitabın sonuna geldiğinizde içinizde tarif edemediğiniz bir hafiflik ve bir anlam bulmuşluğun yanında büyük bir döngünün en şerefli ve anlamlı unsuru olarak insan olmanın ve bu alemde yaratıcının kutlu bir eseri olmak bakımından en güzel hikâyenin baş öznesi olmanın mutluluğunu yaşıyorsunuz.
‘‘Sanatının ustası yaşlı bir hikâye anlatıcısı vardı. Gün biterken, midesindeki açlık ve bedenindeki ağrıya bakarak, o akşam dinlenebileceği bir yer ve daha da önemlisi yiyecek bir şeyler bulması gerektiğini düşündü. Tepenin eteğinde bir kılıç okulu vardı. O eski günlerde gelenek, öğrencilerden biriyle tahta kılıçlar kullanarak düello yaparak gece için bir yemek ve konaklama kazanmaktı.
Genç adam güldü: “Amcacığım, neden birinci sınıftaki öğrencilerimizden birine meydan okumuyorsun?”
– İkinci sınıftaki öğrencilerimizden birine meydan okusan keşke?
Yaşlı adam eğitim salonuna getirildi. Öğrencilerin hepsi öğretmenlerine meydan okuyan bu zayıf, yaşlı hikâye anlatıcısını biraz merak biraz da acıma duygusu ile izliyordu. Ustaya meydan okumak, çelikten kılıçla düello yapmak demekti. Bunun anlamı açıktı: Ölüm.
“Bir zamanlar, görkemli bir dağın eteğinde güzel bir derenin yakınında küçük bir köy, köyün sonunda ise yaşlı bir adamın yaşadığı bir kulübe vardı. Yaşlı adam her gün dereye gider ve balıkların ona seyahat ettikleri yerleri, gördükleri insanları ve yolculukları sırasında duydukları hikâyeleri anlatışını dinlerdi. Sonra köyüne döner ve sabah çaylarını içerken arkadaşlarına işittiği hikâyeleri anlatırdı…”
Öğrenciler şaşırmıştı. İhtiyar nasıl kazanabilirdi? Bir darbe bile vurmamış, kılıcı eline bile almamıştı. Usta onlara baktı ve gülümsedi. “Size kaç kez savaşta kazanmak için şimdiki zamanda durmanız gerektiğini, anda kalmanız gerektiğini söyledim. Bu adam beni çok uzak ve çok eski bir yere götürdü. Beni istediği zaman öldürebilirdi.”
Okuru bol bahtı açık olsun…
Bir terapistin odasında Bir terapistin odasında
HATİCE KÜBRA GÜRER Modern hayatın gürültüsü içinde kaybolmuş, içsel sesi bastırılmış bir bireyin yeniden doğuş hikâyesi: Sizi Buraya Ne Getirdi? Nursena Balatekin’in ilk kitabı olan bu eser, terapi odasının sessizliğinde başlayan ve insan ruhunun derinliklerine uzanan bir içsel…
Devamı
İnsanlık hallerimiz İnsanlık hallerimiz
İSMAİL KARAKURT Yazmak bir dokunmak biçimidir; hayata, seçilen temaya ve dile. Her yazar kendi zihniyeti, birikimi ve zevkine göre dokunur bu üçlüye. Belki de bundan yazarların ilk yakınlığı hayatın kendisine ve onun dildeki temsilinedir. Bu şiirde de böyle,…
Devamı
HER HİKAYE BİR İSTİKAMETİ GÖSTERİR
Yazar ve akademisyen M. Lütfi Arslan’ın Âşina Kitap’tan çıkan, ‘Bana Hikâye Anlat’ isimli eseri, insanlık tarihinin ölmez anlatı unsurlarından olan hikâyeyi tekrar gündemimize getiriyor. Hikâyeyi gündemimize getirmekle kalmıyor bu hikâyeler vasıtası ile okuyucuya bir istikâmet gösteriyor; iyinin ve güzelin istikâmetini. Dimağını ve gözlerini ışıklı ekranlardan ayırmakta zorlanan yeni nesil insan türüne bir kere daha geçmişin o kadim geleneğini ve onun gizemli yüzünü hatırlatıyor. Âdeta uykusuna dalmak isteyen bir çocuğun, annesinin ağzından efsunlu bir fısıltıyla dökülen, tarihin içinden gelen hikâyeler gibi okuyucuyu kitabın içine çekiyor.
HER HİKAYE BİR ANLATIM ARAYIŞI
Yazar Lütfi Arslan, hakikati anlatmada önemli bir usul olan hikâyenin ilahi bir yöntem olmakla birlikte beşerî münasebetlerde de mühim rolünün olduğunu bu kitabın muhtevasında bize îma ediyor. Kitabın girişini de bir hikâye ile başlatan yazar hikâye içinde hikâye anlatarak okuyucunun adeta şaşkınlık yaşamasına ve kitabın diğer sayfalarında onu bekleyen daha nice sürprizlerin olduğunu anlatmaya çalışıyor. Her hikâyede âdeta bir anlam arayışına sevk eden yazar, felsefî yaklaşımları ile maddî âlemden mânevî aleme bir yolculuk yaptırıyor. Okuyucuya, hikâyelerin içinde gezinirken dünyanın, omuzlarına yüklediği birçok anlamsız yükten kurtulduğunu, kendisini daha anlamlı ve daha kıymetli hissettiriyor. Kitabın sonuna geldiğinizde içinizde tarif edemediğiniz bir hafiflik ve bir anlam bulmuşluğun yanında büyük bir döngünün en şerefli ve anlamlı unsuru olarak insan olmanın ve bu alemde yaratıcının kutlu bir eseri olmak bakımından en güzel hikâyenin baş öznesi olmanın mutluluğunu yaşıyorsunuz.
‘‘Sanatının ustası yaşlı bir hikâye anlatıcısı vardı. Gün biterken, midesindeki açlık ve bedenindeki ağrıya bakarak, o akşam dinlenebileceği bir yer ve daha da önemlisi yiyecek bir şeyler bulması gerektiğini düşündü. Tepenin eteğinde bir kılıç okulu vardı. O eski günlerde gelenek, öğrencilerden biriyle tahta kılıçlar kullanarak düello yaparak gece için bir yemek ve konaklama kazanmaktı.
Genç adam güldü: “Amcacığım, neden birinci sınıftaki öğrencilerimizden birine meydan okumuyorsun?”
– İkinci sınıftaki öğrencilerimizden birine meydan okusan keşke?
Yaşlı adam eğitim salonuna getirildi. Öğrencilerin hepsi öğretmenlerine meydan okuyan bu zayıf, yaşlı hikâye anlatıcısını biraz merak biraz da acıma duygusu ile izliyordu. Ustaya meydan okumak, çelikten kılıçla düello yapmak demekti. Bunun anlamı açıktı: Ölüm.
“Bir zamanlar, görkemli bir dağın eteğinde güzel bir derenin yakınında küçük bir köy, köyün sonunda ise yaşlı bir adamın yaşadığı bir kulübe vardı. Yaşlı adam her gün dereye gider ve balıkların ona seyahat ettikleri yerleri, gördükleri insanları ve yolculukları sırasında duydukları hikâyeleri anlatışını dinlerdi. Sonra köyüne döner ve sabah çaylarını içerken arkadaşlarına işittiği hikâyeleri anlatırdı…”
Öğrenciler şaşırmıştı. İhtiyar nasıl kazanabilirdi? Bir darbe bile vurmamış, kılıcı eline bile almamıştı. Usta onlara baktı ve gülümsedi. “Size kaç kez savaşta kazanmak için şimdiki zamanda durmanız gerektiğini, anda kalmanız gerektiğini söyledim. Bu adam beni çok uzak ve çok eski bir yere götürdü. Beni istediği zaman öldürebilirdi.”
HER HİKAYE BİR ANLATIM ARAYIŞI
Yazar Lütfi Arslan, hakikati anlatmada önemli bir usul olan hikâyenin ilahi bir yöntem olmakla birlikte beşerî münasebetlerde de mühim rolünün olduğunu bu kitabın muhtevasında bize îma ediyor. Kitabın girişini de bir hikâye ile başlatan yazar hikâye içinde hikâye anlatarak okuyucunun adeta şaşkınlık yaşamasına ve kitabın diğer sayfalarında onu bekleyen daha nice sürprizlerin olduğunu anlatmaya çalışıyor. Her hikâyede âdeta bir anlam arayışına sevk eden yazar, felsefî yaklaşımları ile maddî âlemden mânevî aleme bir yolculuk yaptırıyor. Okuyucuya, hikâyelerin içinde gezinirken dünyanın, omuzlarına yüklediği birçok anlamsız yükten kurtulduğunu, kendisini daha anlamlı ve daha kıymetli hissettiriyor. Kitabın sonuna geldiğinizde içinizde tarif edemediğiniz bir hafiflik ve bir anlam bulmuşluğun yanında büyük bir döngünün en şerefli ve anlamlı unsuru olarak insan olmanın ve bu alemde yaratıcının kutlu bir eseri olmak bakımından en güzel hikâyenin baş öznesi olmanın mutluluğunu yaşıyorsunuz.
‘‘Sanatının ustası yaşlı bir hikâye anlatıcısı vardı. Gün biterken, midesindeki açlık ve bedenindeki ağrıya bakarak, o akşam dinlenebileceği bir yer ve daha da önemlisi yiyecek bir şeyler bulması gerektiğini düşündü. Tepenin eteğinde bir kılıç okulu vardı. O eski günlerde gelenek, öğrencilerden biriyle tahta kılıçlar kullanarak düello yaparak gece için bir yemek ve konaklama kazanmaktı.
Genç adam güldü: “Amcacığım, neden birinci sınıftaki öğrencilerimizden birine meydan okumuyorsun?”
– İkinci sınıftaki öğrencilerimizden birine meydan okusan keşke?
Yaşlı adam eğitim salonuna getirildi. Öğrencilerin hepsi öğretmenlerine meydan okuyan bu zayıf, yaşlı hikâye anlatıcısını biraz merak biraz da acıma duygusu ile izliyordu. Ustaya meydan okumak, çelikten kılıçla düello yapmak demekti. Bunun anlamı açıktı: Ölüm.
“Bir zamanlar, görkemli bir dağın eteğinde güzel bir derenin yakınında küçük bir köy, köyün sonunda ise yaşlı bir adamın yaşadığı bir kulübe vardı. Yaşlı adam her gün dereye gider ve balıkların ona seyahat ettikleri yerleri, gördükleri insanları ve yolculukları sırasında duydukları hikâyeleri anlatışını dinlerdi. Sonra köyüne döner ve sabah çaylarını içerken arkadaşlarına işittiği hikâyeleri anlatırdı…”
Öğrenciler şaşırmıştı. İhtiyar nasıl kazanabilirdi? Bir darbe bile vurmamış, kılıcı eline bile almamıştı. Usta onlara baktı ve gülümsedi. “Size kaç kez savaşta kazanmak için şimdiki zamanda durmanız gerektiğini, anda kalmanız gerektiğini söyledim. Bu adam beni çok uzak ve çok eski bir yere götürdü. Beni istediği zaman öldürebilirdi.”
Okuru bol bahtı açık olsun…
Bir terapistin odasında Bir terapistin odasında
HATİCE KÜBRA GÜRER Modern hayatın gürültüsü içinde kaybolmuş, içsel sesi bastırılmış bir bireyin yeniden doğuş hikâyesi: Sizi Buraya Ne Getirdi? Nursena Balatekin’in ilk kitabı olan bu eser, terapi odasının sessizliğinde başlayan ve insan ruhunun derinliklerine uzanan bir içsel…
Devamıİnsanlık hallerimiz İnsanlık hallerimiz
İSMAİL KARAKURT Yazmak bir dokunmak biçimidir; hayata, seçilen temaya ve dile. Her yazar kendi zihniyeti, birikimi ve zevkine göre dokunur bu üçlüye. Belki de bundan yazarların ilk yakınlığı hayatın kendisine ve onun dildeki temsilinedir. Bu şiirde de böyle,…
Devamı