Murat Ülker yazdı: Kur’an’ı nasıl okuyalım? Murat Ülker yazdı: Kur’an’ı nasıl okuyalım?

Yıldız Holding Yönetim Kurulu Üyesi, Pladis ve GODIVA Yönetim Kurulu Başkanı Murat Ülker’in iki sene önce kaleme aldığı “Kur’an okumak günah mı?’ başlıklı yazısı şöyle:

“Kurban Allah’a teşekkür etmek, şükretmek ve varlığına inanışı göstermek amacıyla yapılan bir ibadet.

Ben bugün hem Kurban bayramınızı kutlayayım hem de bayramın içindeki “yardımlaşma” ruhundan yola çıkarak Kur’an’a dair bir okuma önerisiyle yardımlaşayım diyorum.

Kuran bir kitap olarak bize ulaştı, ama indirilişi yirmiüç yılda peyderpey yaşanılan olaylarla ilişkili, şimdiki tabiriyle “online ve realtime” oldu.

Kuran bildiğimiz veya merak ettiğimiz, dünyanın yaratılışı, ilk insan, kıyamet gibi birçok konuyu inanış ve Allah’ın gücüne örnek olarak ele alıyor.

KURAN’I NASIL OKUYALIM?

İmanlı olanlarımızın kabulü ile yüce yaratıcıdan bize son peygamberi ile ulaşan en güncel mesajların toplamının olduğu kutsal kitabımız Kuran, aslında Hz. Muhammed ve arkadaşlarının yirmi üç yıllık yaşam tecrübeleri ile peyderpey indirilmiş ve yaşanmıştır.

Kuran’ı nasıl okuyalım? Onu sırf okumak için mi okuyalım? Onu, ahireti ummak, ölümü anmak, mahşer ve hesabı hatırlamak için mi okuyalım?

O halde Kuran okumanın, Kuran dinlemenin, Kuran’dan etkilenmenin ve huşu ile kendini ona vermenin yegâne amacı hidayete erişmektir. Allah’ın kitabında indirdiği hayat yolunu benimseyip ona uymaktır. Bir başka ifadeyle dinlenen ve okunan kitabın bir hayat görüşü haline dönüşmesidir.

Biz nereden geldik? Öldükten sonra nereye gideceğiz? Hangi gaye için yaşıyoruz?

Bu meseleler içerisinde en büyük ve en önemli rolü insan oynar, Çünkü bütün yaratıkların taşımaktan ve yüklenmekten kaçıp durdukları “emaneti” omuzlayan biricik varlık odur.

Uluhiyet davası; geçmişte cereyan eden bir dava değil, bugünün ve yarının da davasıdır. Bu bizim davamızdır ve burada hitap bizzat kendimizedir. Eskiden yaşamış bir kavme değildir. Şu anda bizim dışımızdaki bir topluluğa yöneltilmiş de değildir. Aksine bize ve toplumumuzun her ferdine yöneltilmiştir. Çünkü her birimiz, unutmaya müsaitiz ve idrakımızın her an sarsıntı geçirmesi mümkündür. Bir yandan hayatın baskısı öte yandan İslam’a karşı dünyanın her yerinde hazırlanan düşmanlıklarla yüz yüze gelen insanımızın, akide gerçeğini kavrayış ve değerlendirişte şaşkınlığa düşmesi olağandır. Eğer gönlünde ve fikrinde ona Kuran eşlik etmezse ve içinde bulunduğu durumda Kuran’ı başvurulacak yegâne kaynak olarak değerlendirmezse her zaman için şaşırması mümkündür. Ayrıca şu gerçeğin de şuurumuza eşlik etmesi gerekir: Bizler; evet, kendine bu asırda “Müslüman” diyen bizler; uluhiyet davasında, insanlar arasında Kuran’ı anlayıp düşünmeye ve onun eşliğine en çok muhtaç olanlarız. Çünkü

İşte böylece onlara Rablerinin tanıtılması ve akide konusu, Kuran’ın Müslümanları eğitmek için başvurduğu ilk terbiye vasıtası idi. Sonra Kuran, Müslümanları aynı zamanda korkutma ve teşvik ile terbiye etti.

kendi özel durumlarına rağmen mümin kardeşlerini kendilerine tercih etmelerini sağlayarak yetiştirdi.

Ölümün bir gaye ve sonraki hayatın bilinmez olmaktan kurtarılarak arzulanan bir olağanlıkla karşılanmasını sağladı. Böylece onlar tarihin kaydettiği en büyük kahramanlıklarını Allah yolunda çaba gösterirken yaşadılar. Kuran, onları yeryüzüne sıkıca yapışmanın rahat ve huzurundan, dünya menfaatlerine bağlılığın sağladığı teslimiyetten uzaklaştırarak terbiye etti.

Âl-i İmrân Suresi’nin Uhud savaşı ile ilgili olarak inen âyetlerinde (3/139-140) müminlerin üzülmemelerini ve gevşememelerini, mümin (inançlı) oldukları sürece tüm diğerlerine göre “en üstün” olduklarını, savaşta yaralanmış olsalar bile gevşeklik göstermemelerini belirterek terbiye etti. Yine onlara eğer ölüm kendileri için mukadder ise mutlaka öldürüleceklerini (öleceklerini), savaş meydanına gitmenin kişiyi ölüme götürmediğini,

Resulullah’a (s.a.) isyan konusunda kendilerini şiddetle kınayarak uyardı. Sonra da lidere itaatin gereğini belirterek terbiye etti. Ve Peygamberimiz bu itaati “beni kendi özünüzden daha çok sevmedikçe gerçekten iman etmiş sayılmazsınız” diyerek bir sevgi haresi ile çerçeveledi. İmani duyguların ve düşüncelerin muhakkak realiteler dünyasında mevcut olan bir davranış biçimine dönüşmesi gerektiğini, Allah’ın ancak böyle davranışları kabul ederek kendilerini buna göre sevap (ödül) kazanacağını söyleyerek terbiye etti.

Nur Suresi’nde; “İfk (iftira) Olayı” dolayısıyla apaçık belgeler olmadıkça kimseye leke sürmemelerini söyleyerek terbiye etti. Kadınlarını açık saçıklıktan, gözlerini haramdan korumalarını, evlerine girdikleri zaman kendi kendilerine selam vermelerini ve başkalarının evine izinsiz girmemelerini belirterek terbiye etti.

Çünkü biz, Kuran’ın bu hükmü doğrultusunda terbiye edilmemişizdir. Biz bu hükmü yalnızca okumuşuzdur. Sadece zihnimizde yer etmiştir. Bunun, insanın bir anda kolaylıkla kavrayacağı bir şey olduğunu; daha çok bilgi ve sürekli tekrar gerektirmediğini zannetmişizdir. Hayır, kesinlikle değil. Bu bir terbiye meselesidir ve yaşanarak elde edilir.

Biz Kuran’ın ayetlerini okurken ashab-ı güzinden (peygamberimizin seçkin arkadaşlarından) ilk neslin, o ayetlerle terbiye edildiği gibi terbiye edilmeye muhtacız. Ancak o zaman bu ayetler zihni bir gerçek olmaktan çıkar, akide haline dönüşür. Kalbimizde yer eden sağlam bir şey olur. Pratik hayatımızda itici bir güç haline gelir. Mükemmel bir düşünce ve bu düşünceden kaynaklanan bir davranış şeklini alır. İşte İslam’da akide, insanın hayatında böylece yer eder.

Kuran-ı Kerim’in akide gerçeklerini, ruhların düzeltilip terbiye edilmesi konusunda en iyi biçimde kullandığı yerlerden biri de kıyamet sahneleri ve ahiret gününden söz eden bölümleridir. Biz daha önce dedik ki ahirete iman konusu, Kuran’ın çeşitli yerlerinde doğrudan doğruya Allah’a iman konusuyla bağlantılı ve onun devamı şeklinde yer alır. Kuran’ın akide konusunu sergileyişinin ardından terbiye prensiplerinden söz ederken bir kere daha deriz ki Kuran; akide meselesini yani uluhiyet davasını ruhların terbiye edilip düzeltilmesinde nasıl bir araç olarak kullanıyorsa ahiret mevzusunu da aynı şekilde ve aynı hedefe yönelik olarak kullanmaktadır. Şimdi meseleyi, bize gerekli olan yönüyle ve Kuran’da okuduğumuz ahiret konularını düşünürken biraz daha aydınlatmamızda yarar var. Kuran-ı Kerim’in kıyamet sahnelerini sunuşu, ruhlara en çok tesir eden bölümlerden biridir. Çünkü bu sunuşlarda olağanüstü bir canlılık ve dinamizm vardır. Kuran, bu sahneleri canlandırarak insanın bilfiil yaşadığı bir tablo halinde his dünyasına aktaracak biçime dönüştürmektedir. Bu tabloların içerisinde günlük hayatın pratiklerini bulmaktayız. Dünya tümüyle gelip geçmiş bir mekan manzarası kazanmakta; geçmiş ve bitmiş, artık var olmayan bir şey haline gelmektedir. Hisleri gelişmiş insanlar bir yana normal duyu sahiplerinin bile vicdanen bu tabloların etkisinde kalmadan veya müteessir olmadan okuyup geçmesi imkansızdır.

Söz gelimi, küfürden söz eden ayet münasebetiyle azap tabloları sergilendiğinde burada kastedilen anlam açıktır. Ama şu ayetlerde olduğu gibi dolaylı bir işaretle gelirse: “Kim dünya nimetini isterse bilsin ki, dünyanın ve ahiretin nimeti Allah’ın yanındadır. Allah, Semi ve Basir (Duyan ve Gören) olandır. Ey iman edenler; kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhine de olsa Allah için şahid olarak adaleti gözetin. İster fakir ister zengin olsun, Allah onlara daha yakındır. Adaletinizde heveslere uymayın. Eğer eğriltirseniz veya yüz çevirirseniz bilin ki Allah işlediklerinizden şüphesiz haberdardır” (en-Nisâ, 4/134-135). Burada kastedilen terbiyevi mana, adaleti uygulamaktan kaçındıkları, dünya nimetlerinin peşinden koşarak Allah için dürüst şahitlikten çekindikleridir.

Allah’ın “işte onlar temelli kalacakları Firdevs cennetine varis olan mirasçılardır” (el-Mü’minûn, 23/11) ayetinden almamız gereken ders şudur: Pratik davranışlarımızı mutlaka ayette nitelendirilen davranışlar şekline döndürmeliyiz. Bu çizgiden uzak bulduğumuz hareketlerimizi düzeltmeye çalışmalıyız.

Kuran-ı Kerim bize, “Kim dünya hayatı ve onun ziynetini istiyorsa orada onlara işlerinin karşılığını eksiksiz veririz, orada onlar hiçbir zarara uğratılmazlar. Onlar ahirette paylarına ateşten başka bir şey düşmeyen kimselerdir. Dünyada ürettikleri boşa gitmiştir, yapıp ettikleri de geçersizdir” (Hûd, 11/15) buyuruyor.

İbrahim peygamberin kıssasında geçtiği üzere Allah’ın kanunu, ahde kan yoluyla varis olunamayacağıdır. Bu ahde, ancak akide yoluyla erişilebilir.

Yani bilfiil hayatın realitesi içerisinde yaşamaya devam etmekle varis olunabilir. Bir toplum, o yoldan sapar ve zulmederse sadece mümin insanların soyundan geldikleri için Allah onları koruyup gözetmez. Aksine o neslin, her ferdi ancak bizzat mümin olur ve bilfiil imanını yaşarsa bu ilahi vaade erişebilir.

Bu kanun, Allah’ın küfreden (nankörlük eden) insanlara ihtarıdır. Bugün beşeriyet, tarihin hiçbir devrinde görülmemiş bir küfür bataklığına düşmüş ve yine tarihin hiçbir döneminde meydana gelmeyen küfür şımarıklığı içerisine girmiştir. Bunun için de Allah, insanlar arasında kendi kanun ve tehdidini uygulamış; insanları bölük bölük ayırmış ve birinin acısını ötekine de tattırmıştır. Sonra da yarattıkları içinde en bozguncu olan bir milleti seçerek beşeriyete içine düştüğü küfür şımarıklığının cezasını tattırmak istemiştir.

Medine döneminde nazil olan ayetler ise Müslümanları hicretle kavuştukları özgür, yerleşik düzene göre nispeten rahatlatmış ama bir o kadar da mesuliyet aşılayıcı şekildedirler.

MEKKE VE MEDÎNE DÖNEMLERİNDE KUR’AN

Biz, Mekke’de inen surelerin (özel adlandırılmış bölümlerinin) belli başlı ve biricik konusunun akide konusu olduğunu söylemiştik. Akideye açılan en büyük kapı, bilgiyi canlı ve dinamik bir davranış haline dönüştüren Kuran’ın metoduyla Allah’ı bilmektir.

Ayrıca burada dikkatleri çeken başka bir önemli husus daha vardır.

İslam’da ekonomik, sosyal, terbiyevi ve ahlaki birçok sistemler vardır. Ancak bu sistemlerden herhangi birini akideden ayrı olarak değerlendirmek, İslam’ın ruhunu yok eder.

İslam’da bütün ilkeler, akide üzerine inşa edilmiştir.

Özetlersek, deriz ki: İslam’da bütün düzenlemeler akideden kaynaklanır.

“Mühim olan akide değil, sistemdir.” Baş başa kaldıklarında ise ideolojileri için, “demokrasi yalnız bir sistem değil, aynı zamanda bir inançtır, komünizm tek başına bir sistem olmaktan çok bir inançtır”.

Öyleyse bizim için gerekli olan, yalnız ve yalnız kendi öz değerleriyle dinimizi öğrenmektir. Ve İslam’ın gerçeklerini bu dinin düşmanlarından öğrenmemektir.

Medine’de inen surelerde akide ile hüküm arasında mükemmel bir bağlantı kurulduğunu görüyoruz. İşaret ve uyarıların ötesinde bu husus doğrudan dikkatleri çekmektedir.

Ayetin akışı öyle bir duygu ilham etmektedir ki, okuyanlar İslam’ın hükümlerinin bu dinin kendisi olduğunu, bunun bir nimet olduğunu ve bütün bu nimetlerin de İslam’dan ibaret olduğunu anlamaktadırlar.

Müminlere gelince… Onlar kesin olarak şu ilkeye inanıyorlardı: “La İlâhe illallah” diyerek şehadet getirmek, Allah’ın indirdiğine tâbi olmaktır ve Allah’ın buyruklarıyla hükmetmek için verilmiş bir sözdür. Bu yapılmadığı takdirde kişinin münafık sayılacağını ve Müslümanlık diye bir şey kalmayacağını kabul ediyorlardı.

(*) Kutub, M.(2021) Kur’an’ı Nasıl Okuyalım? Risale Yayınları. (“Dirasat Kur’aniyye” kitabından “Keyfe Nekrau’l Kur’an?” bölümü.

Lionel

Yazıya tutkuyla bağlı olan Lionel, At gözlüklerini çıkarıp çevresine bakiyor ve gördüklerini Bikonu.com’da gündemi farklı bir bakış açısıyla ele alıyor. Analitik yaklaşımı, sade dili ve dikkat çekici yorumlarıyla okurların ilgisini çekmeyi başarıyor. İlgi alanları arasında güncel haberler, kültür, toplum ve insan hikâyeleri yer alıyor.

İlgili Yazılar

Kahramanmaraş’ta tarihi keşif: Bin 500 yıllık mozaik bulundu Kahramanmaraş’ta tarihi keşif: Bin 500 yıllık mozaik bulundu
  • Haziran 7, 2025

Sonraki haber M.S. 1’inci yüzyılda kurulan Germanicia Antik Kenti’yle ilgili bugüne kadar yürütülen kazı çalışmalarında M.S. 4’üncü ve 6’ncı yüzyıllarına ait mozaik ve kalıntılarına ulaşıldı. Kahramanmaraş’ta Germanicia Antik Kenti sınırlarında yürütülen altyapı çalışmaları sırasında Geç Roma Dönemi’ne ait…

Devamı

Devamı
Bakan Işıkhan’dan nadir hastalıkların tedavisine destek açıklaması: Hemofili A hastalarına evde tedavi kolaylığı Bakan Işıkhan’dan nadir hastalıkların tedavisine destek açıklaması: Hemofili A hastalarına evde tedavi kolaylığı
  • Haziran 7, 2025

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, nadir hastalıkların tedavi süreçlerine destek olmak amacıyla 2024’te 313 ilaç için toplam ödeme ve harcama tutarının 54,4 milyar lirayı bulduğunu bildirdi. Bakan Işık, sosyal medya hesabındaki paylaşımda, nadir hastalıkları olan vatandaşların…

Devamı

Devamı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir