Site icon Bikonu

Halikarnas Balıkçısı’nın ardında bıraktığı yaşam Halikarnas Balıkçısı’nın ardında bıraktığı yaşam

Türk edebiyatının önde gelen kalemlerinden “Halikarnas Balıkçısı” olarak bilinen Cevat Şakir’in oğlu Dr. Sina Kabaağaç’ın (1924-1997) anıları gözden geçirilmiş yeni baskısıyla raflarda yerini aldı. Minoa Yayınları’ndan çıkan “Köşkler, Sürgünler, Bedeller-Halikarnas Balıkçısı’nın Ardında Bıraktığı Yaşamlar” Sina Kabaağaç’ın kaleminden Girit, Trablus, İstanbul, Mordoğan ve İzmir gibi çok farklı coğrafyalara uzanan anılar Şakir Paşa ailesinin hikâyesinden Halikarnas Balıkçısı’nın sıra dışı yaşamına bir döneme ışık tutuyor.

Osmanlı Devleti’nin ve devamında erken Cumhuriyeti’nin sanat ve politika alanında önde gelen ailelerinden Şakir Paşa Ailesi’nin ikinci kuşağının bir ferdi, bir sürgün hikayesinin küçük tanığı aynı zamanda klasik filolojiye yıllarını vermiş bir bilim ve düşün insanı Sina Kabaağaç. Anılarında çocukluğundan gençliğine üniversite yıllarına yaşamına ve ailesine dair tanıklıklarını kendine has üslubuyla anlatıyor. Eskiden teksir kâğıdı denilen sarımtırak kağıtlara yazdığı ve orta boy bir bavula sığdırılan anılar vefatından sonra bir araya getirilerek ilk kez “Dün, Sanki Bin Yıllık Uzak Bir Zamandır (2009)” başlığıyla yayımlanmasının üzerinden geçen on beş yılının ardından “Köşkler, Sürgünler, Bedeller- Halikarnas Balıkçısı’nın Ardında Bıraktığı Yaşamlar” adıyla tekrar gün yüzüne çıkıyor.

Mavi sürgüne doğru

Mordoğan’da (Bodrum ismi hiç geçmez anılarda) acılı bir sürgün hikâyesini küçük bir çocuğun gözünden anlatarak başlar Sina Bey yaşam serüvenine. Güçlü bir babanın gölgesi altında geçen sıkıntılı bir çocukluğun içinde, yazar kendi bireyleşmesinin hikâyesini anlatıyor. Sınır tanımaz ve hedefine mıhlanmış bir istek olarak tarif ediyor babasını Sina Kabaağaç.

Cevat Şakir’in 1925’teki mahkumiyeti sonucu Mordoğan’a sürgün edilmesiyle eşi Hamdiye Hanım evin eşyalarını satarak bilet parası denkleştirir ve henüz kundaktaki oğlu Sina ile Mordoğan’a gider. On bir yaşına kadar Mordoğan’da yaşayan Sina Kabaağaç’ın anılarında Mordoğan’a ve çocukluğuna dair pek çok anlatım var. O yıllarda karadan vasıtanın olmadığı ancak 15 günde bir İstanbul’dan kalkan gemilerle kimi zaman 4-5 gün süren deniz yolculuğu ile varılabilen Mordoğan’da geçer çocukluğu. Neredeyse uygarlıktan uzak bir yerleşim yeri olan Mordoğan’da hem yokluğu yaşar küçük Sina hem zenginliği hem de sınıf farklılıklarına yakından şahit olur.

Şakir Paşa eşi Sare İsmet Hanım ve oğlu Cevat Şakir ile Büyükada’da

Şakir Paşa Ailesi

Yazar, Mordoğan’ın unutulmuş yıllarından Şakir Paşa’nın Büyükada’daki köşküne oradan İstanbul’daki Şakir Paşa Apartmanı’na alır götürür okurunu. Şakir Paşa köşkünde pek çok tanıdık sima çıkar karşımıza. Çocukluğundan itibaren aile içinde kendisine çok benzetilen Şakir Paşa’yı anlatır uzun uzun. Dedesini görmemiştir hatta ondan hiç söz edilmemiştir. Ancak güçlü bir figür olan Şakir Paşa’nın kişiliğini, yaşanmışlıkları keşfettikçe yakından tanımaya başlar onun dünyasını. Tavan arasına atılmış sandıklar içindeki kitaplarını, çektiği fotoğrafları, el yazısıyla Eski Türkçe kaleme alınmış defterlerini ve köşkün etrafında oluşturduğu yaşam alanı dikkatini çeker. Çocuk yaşta annesinin götürüp bıraktığı Şakir Paşa köşkünde eski zamanlarda kalmaya mahkûm bir asaletin son demlerine yakından şahit olur. Çocuk yaşta annesinin götürüp bıraktığı Şakir Paşa köşkünde eski zamanlarda kalmaya mahkûm bir asaletin son demlerine yakından şahit olur ve anılarında şu satırları yazar: “Annemin beni babama sürüşünün nedeni neydi? Belki de oğlunu soylu bir aileden, Şakir Paşa ailesinden biri olarak görmek istiyordu. Çünkü nereden edinmişse edinmiş, biraz da saf ve anlamsızca üzerine titrediği bir ‘soyluluk’ kavramı annemin ruhunda hep etkin olmuştur. Bu kavrama candan bir özlem duymuştur her zaman.” İlk ve orta öğrenimini Heybeliada’da devam eden genç Sina, Haydarpaşa Lisesi’nden mezun olur. Halası Aliye Berger’in on sekiz yaş armağanı ceylan derisi küçük bir defterin sayfalarına gençlik yıllarının coşkusunda düşüncelerini duygularını kaydeder.

İstanbul’da bir klasik filolog

Mordoğan’dan İstanbul’a üniversiteye başlamaya gideceğini babasına söylediğinde hüzünlü bir sesle ona “Gitme burada kal! Gemici ol burada denizci ol!” der. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde iki yıl okuduktan sonra bu bölümü bırakır aklında klasik filoloji vardır. O yıl başvuran tek öğrenci olarak kaydolduğu Edebiyat Fakültesi’nin Fındıklı’daki binasına genç bir filolog adayı olarak girişinden idealist düşlerinin nasıl da gerçeğe dönüştüğüne anılarında tanık oluyoruz. Yazdıkları bir döneme, birçok hayata ışık tutacak nitelikte olan Sina Kabaağaç’ın üniversite hocalığıyla geçen bir solukta tükenen yıllarla koca bir hayatın nice hatıraları hüzün ve ironiyle kendi dilinden sayfalara yansıyor. Anılarında üniversitelerde yaşanan olaylar, öğrenci hareketleri, siyasi ortam, mum ışığında imkansızlıklar içinde yapılan dersler hepsinin ötesinde eğitimde yaşanan kırılmalar üzerine düşüncelerini okumak mümkün. Kabaağaç’ın anıları salt bir ailenin tarihini, coşkunluklarını, trajedilerini değil, aynı zamanda ülkenin son bir asırlık içinde geçirdiği dönüşümleri minör figürler üzerinden ele alıyor.

Kaynak: Yeni Safak – Aktüel