İçeriğe atla
Ömrünü yazıya ve şiire adayan Ali Ural, yazarlık atölyeleriyle de gençlere yol gösteriyor. “Gizli Buzlanma”, “Körün Parmak Uçları”, “Kuduz Aşısı”, “Mara ve Öteki Şiirler” ve “Kâğıda Sarılı Rüzgar”ın da aralarında bulunduğu çok sayıda esere imza atan Ural, Şule Yayınları ile başladığı yayın hayatında Merdiven Sanat, Kitaphaber, Poetika, Merdivenşiir, Karabatak gibi dergiler çıkardı. Sayısız yazarlık kurslarıyla da istidadı olan kalemlere rehberlik etmeye devam ediyor. Şimdilerde Aya Sanat ve Düşünce Vakfı’nda faaliyetlerini sürdüren Ural’la hem şiir ve yayın dünyasını hem de yazarlık atölyelerini konuştuk. Sezai Karakoç’u kendi kendine konuşarak yürürken gördüğünde bundan çok etkilendiğini söyleyen Ural, “Yıllar sonra Ay Tiradı adlı deneme kitabımın başına şu cümleleri yazdım: Kendi kendiyle konuşmanın bir delilik göstergesi olduğunu düşünenler yanılıyor. Kendi kendiyle konuşamamaktan doğuyor cinnet” dedi.
Sizin için ilk şiir mi geldi yoksa yazı mı? Edebiyat dünyasına girme maceranızdan bahsedebilir misiniz?
Bizim için etkili olan şeyler başkaları için etkili olmayabilir. Etki biraz da ilgi alanlarımıza ve etkiye hangi ölçüde açık olduğumuza bağlı. Yıllar önce Cağaloğlu’nda rahmetli Sezai Karakoç’u gördüm. Kendi kendine konuşarak yürüyordu. Bu sahne beni çok etkiledi. Neler söylediğini hâlâ merak ederim. Şule Yayınları’na döndüğümdeyse İsmet Özel’le karşılaştım. Ayak üstü sohbet ederken Sezai Karakoç’un kendi kendine konuştuğuna tanık olduğumu söyledim. “O gençliğinde de kendi kendine konuşurdu”, dedi. Yıllar sonra Ay Tiradı adlı deneme kitabımın başına şu cümleleri yazdım: “Kendi kendiyle konuşmanın bir delilik göstergesi olduğunu düşünenler yanılıyor. Kendi kendiyle konuşamamaktan doğuyor cinnet.”
ALTMIŞ ÜÇ YILLIK YAYINCILIK
Şule Yayınları ile uzun zamandır yayınevi dünyasında yer alıyorsunuz. Yayıncılıkla ilgili neler söylemek istersiniz? Ve nasıl bir yayıncılık politikası izliyorsunuz?
1995 yılında Şule Yayınları’nda birkaç üniversiteli gençle başladık şiir ve yazı çalışmalarına. Henüz atölye demiyorduk adına, okuma ve eleştiri etkinliğimizdi. Gençler şiir ve yazılarını getiriyor, ben yüksek sesle o metinleri okuyup edebi gerekçelere dayanarak eleştiriyor ve birtakım poetik önerilerde bulunuyordum. Önerilerim arasında okumalarını istediğim şiir kitapları da vardı. 1997’de o gençlerin çalışmalarının da yer aldığı Merdiven Sanat dergisini çıkarmaya başladım. Dergi, genç ve bilinmedik isimlere rağmen dikkat çekti ve ustaların da rüzgârını aldı. Süreç içerisinde dört yıllık bir müfredatı olan yazarlık atölyelerine evrildi bu çalışmalar ve çeşitli kültür kurumlarının bünyesinde devam etti. Daha sonra yayımladığım Merdiven Şiir ve Karabatak dergileriyle çıtası yükseldi eğitim ve yayın faaliyetlerimizin. Şiir, hikâye, roman ve deneme alanlarında yüz elliyi aşkın şair ve yazar, kitaplarıyla büyük Türk edebiyatının bir parçası oldu ve edebiyat kamusunca takdir edildiler.
Bu atölyelere ilk başladığınız dönemle şimdiki dönemi kıyasladığınızda, katılımcılarla ilgili nasıl bir yorumda bulunursunuz?
Şair ve yazar sayısının artması, fakat edebi eser neşreden yayınevlerinin azalması genç edebiyatçıların tanınması ve okunması önünde büyük bir engel oluşturuyor. Dijital yayıncılığın yaygınlaşması, editörlük mekanizmasının devre dışı kalması da edebiyatın irtifası önündeki engellerden sayılabilir. Eskiden şairler toplumun sözcüsüydü. Sözleri kitleleri harekete geçirebilirdi. Yeni şair ve yazarlar toplumdan neredeyse tamamen kopmuş durumdalar.